Teşekkür Ederim...
Bu blog'u açtığım ilk gün sadece 4 kişiye bahsettim. Daha sonra hiç kimseye bildirmeden, sitemde bir kaç bin kişiyi ağırladım. Bu son bir ayda, hiç yazamamış olsam da bir çok kişi ısrarla blog'a girip bir şey var mı değişen diye üşenmeden, sıkılmadan bakmış. Bugüne kadar bu blog'a bir şekilde tıklamış herkese sonsuz teşekkürler. Acaba diyordum kendi kendime ilk başladığımda, kimse okuyacak mı diye. Ama okundu ve hatta hiç bir blog'a bugüne kadar link vermemiş olsam da, bir çok yerde bana link verildiğini gördüm. Tüm link verenlere ayrıca teşekkürler.
Artık, [kiziyorum.com |kiziyorum.blogspot.com] / Faz 1 misyonunu tamamladı.
Bu bir veda değil. Aksine, bu blog'a girenlerden aldığım cesaretle, [kiziyorum.com |kiziyorum.blogspot.com] / Faz 2 için harıl harıl çalışmaya başladım. Çok farklı, çok daha etkileşimli ve bir o kadar da keyifli bir şey yaratmak için son bir aydır çabalıyorum. Bir aydır yazamayışımın bir sebebi de bu... Ama sadece bu değil mazeretim... Hayatımdaki değişimlerin boyutu o kadar büyük ki, blog malesef ikinci planda kaldı bu ay süresince.
Özel hayatımı, iş hayatımı ve blog hayatımı 180 derece değiştirecek aksiyonlar içerisindeyim.
Bugüne kadar bir şekilde, bu blog üzerinden 'etkileştiğimiz' herkese desteği için teşekkür ederim.
Herşeyin 2.0'ında görüşmek üzere....
Cryan
Gelişine Vole!
İlk5 Blog'unun sahibi Sevgili Alper
pas atmış. Sıkı bir maç yapılıyor sanki blogunda. Paslaşan paslaşana! Malesef ben bu dünyada fazla bir kimseyi şahsen tanımıyorum. Bloglarını takip ettiğim kişilere de, kendilerini tanımadan pas vermek ayıp olur sanırım. Bu yüzden, bu blog'da, Alper'den aldığım pasa gelişine bir vole vuracağım... Kimbilir, belki de gol olur. :) (Bu arada hepimiz sanırım Alper'in uzmanlığına giren VOM kampanya çalışmasının denekleriyiz... Varsın olalım, deneyen Alper olduk'tan sonra. :) )
Konu olarak, Alper'in pasladığı, 'çalışırken iş görüşmesi yalanları' çok da bana ve kiziYORUM.com'a uzak değil. İçinde yalan var, kızmamak mümkün değil ki!!! Bununla birlikte, son bir kaç aya kadar çalışan, yakın dönemde ise artık bir iş veren olduğum için konu benim için taze. Şu aralar çok haşır neşir olduğum bir konu olan eleman alımı ve bu kişilerin mülakatta getirdikleri CV'lerinin içindeki yalanlar var!!! CV'ler tam evlere şenlik... İlk 5 CV yalanları da en altta..
Alper'e sevgilerle...
Çalışırken iş görüşmesi yalanları:
1- İnanın buradaki her hangi bir sorundan dolayı ayrılmıyorum, gerek iş ortamı, gerek iş arkadaşları hepsi süper... Sadece artık yeni konular öğrenmek, başka deneyimler yaşamak isiyorum. (Bu arada bölüm müdürü Vehbi 'ye deli oluyorum ama, burada lafını etmeye değmez)
2- Budur kardeşim... Kıl oluyorum bizim müdüre bastım istifayı (Diğer şirketle anlaşmasa da basar mıydı?)
3- Abi deli misin.... Milyon dolar verseler o (Grupla/adamla/şirketle
/markayla...vs.vs.) çalışmam! Adamların hepsi ahlaksız abi, boşversene! (2 haftaya diğer yerde hatırı sayılır pozisyonda, hatırı sayılır paraya)
4- Yok efendim benimki iş aramak değil, kariyer.net'te CV'ım var ama okusanız updated bile değil! (kariyer.net'te ki CV'si çalıştığı şirketin eline geçince)
5- Valla ben başvurmadım... Hala oğlu demiş benim bir kuzen var yapsa yapsa o yapar diye...
CV Yalanları (İş vereni delirten, iş arayanın işi alamaMAsını garantileyen yalanlar)
1- Hobiler: Kitap okumak.... (O yüzden kitap satışları rekor üstüne rekor kırıyor)
2- Eski iş yerimde aldığım maaş 5.000 $'dı (Yazıyla beş bin DOLAR), ama 750 YTL net'e de çalışabilirim
3- Referans... Tabi referans veririm ama, Ahmet Beyi verirdim o ayrıldı, Halit bey var o izinde, Nevin hanım var ama sanırım o da bu hafta eğitimde olacak. Ben size telefon yerine onlardan yazılı mektup getirsem?
4- Eski şirketimde hemen her şeyi ben yapıyordum. Yani ben şimdi ayrılınca herhalde her şey duracak! N'apıcaklar bilemiyorum!
5- X yerde müdürdüm, Y yerde genel müdür yardımcısı, Z yerde bir ara yönetim kuruluna bile girdim (Sadece proje yöneticisi arıyoruz, CV'de CEO yatıyor)
2+2=4 ama peşin ödersen 3'de yaparız!
Plazma TV arıyorum bir kaç haftadır. Son dönemde elektronik pazarına bu kadar detaylı girmemiştim. Fiyatlar, modeller, hepsi havada uçuşuyor... Eğer aranızda bu işe kalkışan bir başkası varsa, sanırım neler yaşadığımı biliyordur. Fiyatlar yakın, seçenekler çok, doğru dürüst seçim yapabilmek için yeterince bilgi yok!!!
Hepsinden önce, önemli bir soruyu cevaplamanız gerekiyor: LCD TV mi Plazma TV mi? Onlarca siteye girdim... Onlarca dergiyi okudum... Hepsinin kapağındaki başlık 'Hangisini seçmeli? Plazma vs. LCD! Detaylar, içeride...'! Alıyorsunuz, hızla o sayfaları açıyorsunuz, artılar eksiler yanyana verilmiş... Ama işin sonunda sadece şunu diyorlar: 'E walla biz ayıp olmasın, bu sayfalara reklam verenleri kıramadık, hangisi iyi bir şey diyemeyeceğiz, siz kendi kafanıza göre takılın, hangisini seçerseniz doğrudur!!' Haydaaaa!!!
O kadar site, forum ve yorum var... Bir çok kişi yorum yaparken bilgi vermek yerine, sattığı şeylerin taraftarlığını yaptığı için yada kullanıcılar kullanmadıkları şeyleri bilmeden görmeden atıp tuttuğu için, yorumlar arasında kaybolup gidiyorsunuz. Çünkü bizde bilen de konuşuyor, bilmeyen de!!!
Neyse... Bir bilene sorup, devam ettik. (Ama bu bilen sayesinde o kadar çok şey öğrendim ki, herhangi bir TV alıcısının kazık yememesi mümkün değil!!!) Bunların her birine kızıyorum... Ama yazının konusu bu değil, asıl konu TV'lerin, ya da tüm elektronik eşyaların fiyatları!
Herhangi bir ürün. Etiket Fiyatı: 5.000 YTL. Yanında bir not, 'Vade farksız peşin fiyatına 10 Taksit'. (Güzel! Taksit taksit öderiz... Fark ta vermeyeceğiz, parayı da buraya bir kere de bağlamayacağız... Süper!) Hemen yanında 2. Not, 'Peşin ödemede %10 indirim!' Hoppalaaaaa!!!!!
Biz gerizekalı mıyız, matematikten bu kadar anlamayacağız!!! Demek ki bu ürünün peşin fiyatı 4.500 YTL!!! Nerde kaldı o zaman peşin fiyatına 10 Taksit?? Ya o yalan... Ya bu yalan....
Okulda bana pazarlamanın etik bir bilim olduğunu söylemişti hocam. Yani, yalan yoktur biz de demişti. Bununla birlikte, pazarlamacılar 'topluma zararlı' şeyleri de pazarlamamalılar demişti! Doğru ya da yanlış, bu yoruma katılır ya da katılmazsınız... Bugün bir çok kişi, insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyor Hocam (kulaklarınız çınlasın!)! Sonra bunun adına 'pazarlama', 'ücretlendirme' yada her neyse diyor... Ama sonuçta bize 'siz aptalsınız, ben de bunu biliyorum' diyor... Biz de bunu efendi efendi susup kabul ediyoruz!!!!
Malesef, pazar bu peşin fiyatına taksit ve peşin ödeme de indirime o kadar alıştı ve o kadar koyunuz ki, bir firma hakikaten doğrusunu söyleyerek satış yapmaya kalksa, hemen pahalı algılanacak, eminim ki müşteri kaybedecek, topa tutulacak!!! Kaldı ki hemen hemen bütün firmalar bu yolu seçmiş durumda bugün!!!
Ne yapmalı, ne etmeli, insanları nasıl uyarmalı, uyandırmalı? Bir fikir... Bir akıl yok mu oralarda?
Ne umduk, içeride ne bulduk!
Bir marka yaratmak için onlarca milyon dolar harcıyorsunuz. Bunun üzerine onca yılın da deneyimini koyuyorsunuz. Bu süre içinde kaliteli üretim yapmaya çalışıyor, tasarıma önem veriyor, 'taklit' değil kendi ürünüzü üretiyorsunuz. Mağazacılığınızı geliştiriyor, yaygınlaştırıyor, kimisi
bu ülkenin garip tepkilerine kurban giden başarılı reklam kampanyaları düzenliyorsunuz. Sonuçta da, hakikaten benim de (kullanıcısı olmasam da) taktir ettiğim '
Zeki Triko' gibi bir ismi yaratabiliyorusunuz.
Her ticari kuruluşun bir tek sebebi vardır, para kazanmak. Markalaşarak para kazanmak bir yol olduğu gibi, aksi de bir yoldur. Ancak, kabul etmek gerekir ki, marka yolculuğu her zaman için diğerinden çok daha zor, emek yoğun ve uzun bir yolculuktur. Her iki yolu seçenlere de saygı duymak gerekir ve mutlak doğru yoktur. Bu bir seçimdir ve 'birilerinin' sürekli pompaladığı gibi 'her üretici/satıcı' son kullanıcıya yönelik olarak markalaşmak durumunda değildir. Her iş bir yatırım gerektirir ve sonuçta arzulanan, bu yatırımın, aynı miktar parayı bankaya yatırmaktan daha fazla getiri getirmesidir! Bu iki yoldan hangisinin seçileceği, duruma, güne, zamana, pazara, elinizdeki paraya, hayallerinize ve şu anda yazamadığım bir çok parametreye bağlı olarak değişebilir.
Zeki Başesgioğlu, yukarıdaki parametreleri bir çok kişiden iyi değerlendirmiş, değerlendirmeleri sonucunda ismi ve kendisi üzerine kurguladığı markasını, Türkiye'nin en çok bilinen, anımsanan mayo markası haline getirmiş bir kişi. Eminimki şu anda, Zeki Triko markasını yönetmek için bir çok profesyonel çalıştıran Zeki Bey, bu noktaya gelene kadar, önce kendi başına çokça emek ve para harcamış, şu anki profesyonel ekibinden onlarca kat iş yapmış bir girişimci. Bir makelede okuduğum hikayesi, hem zekasını, hem azmini ispatlar nitelikte. Bugüne kadar markasının geldiği yer itibariyle, Başesgioğlu'nu alışlamak gerek. Tabii ki, markayı bugünkü konumunda tutan/ileriye sürükleyen profesyonellerden oluştuğunu tahmin ettiğim pazarlama ekibini de!
Diyeceksiniz ki, 'madem alkışlayacaktın, neden kızıyorum.com'a konu yaptın?'. Evet, buraya kadar hiç bir sorun yok. Ama, iş marka yönetmek olunca, yaklaşık 0,1 m2'lik kumaşa 'premium' fiyat talep etmek olunca, konu kaliteli ürün satmak, tasarıma değer biçmek, son kampanyada da olduğu üzere
Doutzen Kroes gibi dünyaca ünlü top modellerin dev posterleri ile insanları ürün almaya davet etmek olunca, kısaca iş karışık olup, tasarım anından müşteriye değene kadar onlarca kişi bu işe dahil olunca, elbette bana da kızacak bir şeyler çıkıyor.
Markaların müşterileri ile temas ettikleri yer olan satış noktaları/mağazaları onların kaleleri. Eğer Zeki Triko gibi çok büyük bir marka iseniz, kendinize ait dükkanlarınızın olması kaçınılmaz. 'Cornerlarda' yada büyük marketlerde/alış veriş merkezlerinde sadece ürün çeşitliliğini arttıran raftaki diğer markalardan biri olurken, ortamdaki hiç bir şey sizin direk kontrolünüzde olmayabilirken, kendi mağazanızda, içerideki ısının derecesinden, yerdeki parkenin rengine kadar herşeyin sorumlusu sizsiniz. Doğal olarak satış elemanlarınızın da...
Bir arkadaşım mayo arıyor, ben de ona eşlik ediyorum. Akmerkez'de bir Zeki Triko mağazası. Konumundan dolayı hedef kitle sanırım aşikar. Çok güzel bir mağaza, alımlı bir Kroes resmi sizi içeri çağırıyor. Satılan ürün mayo. Doğal olarak ürünün reklamları, kullanılan model, resim hepsi göze hoş gelecek şekilde tasarlanmış durumda. Biraz seksi, biraz güzel, kısaca alımlı bir 'rol model'! Müşteriler kadınlar! Satılan hayal basit: 'Bu mayolarla siz debu kadar alımlı olacaksınız! Bizim mayolarımızla bu kadar hoş görüneceksiniz...' Sanmayın ki resimler erkek müşterileri tavlamak için. Kadın modellerin erkeklerin ilgisini çektiği aşikar, ancak mesaj hedef kitle kadınlara. Hemen her moda ürününde olduğu, hemen her giyim malzemesinde olduğu gibi bir 'hayal' var pazarlanan. (Tabiiki bu hayali destekleyen kaliteli ürün ve başarılı tarasımı da gözden kaçırmamalı). Markanın bu teklifinde de bir sorun görmüyorum açıkçası. Ancak, herşey kapıdan girene kadar. İçeri girdiğinizde, sanki bir şeyler değişiyor. Çalışanlar, kısaca markayı temsil eden kişiler, bir diğer deyişle markanın kapıdaki resimden sonraki yüzleri, markayla o kadar zıtlık içerisindeler ki, şaşırmamak mümkün değil!!!!
Daha önce bir kadın mayo mağazasına girdim mi hatırlamıyorum açıkçası. Ama bu mağazada, bir erkek olarak gözüme çarpan manzara şu: İçeride çalışan 5-6 tane satış elemanı bayan. Garip bir solaryum yanığı ten üzerinde yapma sarışın saçlar. Bakımsız vücutlarını daha da gözler önüne sermek için düşük bel kotlar, açık göbekli tişörtler. Eğer, buldukları her açıklıktan fırlayan göbek etrafı 'can simidi halkaları' göz zevkinizi bozmuyorsa, basit makyajlar arkasındaki somurtan yüzler yeteri kadar canınızı sıkabiliyor! Yüzlerindeki 'bitse de gitsek ifadesi', sizde 'biran önce bitse de ben de bunu çekmesem' duygusu yaratacak cinsten!
Orada çalışan insanların güzel/çirkin olmaları beni ilgilendirmiyor. Zaten benim bakış açımda bu insanların kişiliği yada kendileri ile ilgili değil. Ama bu kişilerin temsil ettiği kurum, sattıkları ürün itibariyle, bakımlı olmak zorunlulukları var. Belki, Zeki Triko satış ekibi şöyle bir cevap sunabilirler: 'Bu çalışanlar o kadar değerli ve o kadar başarılı satış yapıyorlar ki, onlara bu toleransı gösteriyoruz. E bugün hem pazar, hem çok sıcak vs. vs.' Ama özrü kabahatinden büyük olacak bu bahaneleri, böyle başarılı bir ekibin elemanlarının vereceğini sanmam. Kaldı ki, içeride bulunduğumuz 11 dakika süresinde bu çalışanlardan hiç birinin bize 'merhaba, yardımcı olabilir miyim yada isterseniz şu modeli göstereyim' gibi bize yardım edecek en ufak bir diyaloğa girmemeleri, yada tüm bu süre boyunca bir kez dahi bizimle ilgilenmemeleri olası bahanelerini de çürütecektir. (Çok ta kalabalık değildi mağaza açıkçası.) Ama, ya hep meşgullerdi, ya hep bir yerden bir yere gidiyorlar, yada arka odada kayboluyorlardı.
Bakımsız olmalarından daha kötüsü müşterilerine ilgisiz olan, ilk diyalog olarak aramızda ödeme sonrası 'XXX YTL. lütfen' konuşması geçen bir ekip, Zeki Triko'yu ne kadar ileri götürür merak ediyorum. İşin aslı, bugün, tasarım ve kalitesi sebebi ile ürün satın aldık. Bahsettiğim aksaklıklar, müşterinin satın alım kararını ne kadar etkiler ya da ürün ve kalite başarısız bir ekibe rağmen daha ne kadar markayı taşır bilmiyorum. Ama, şu anda Zeki Triko bu dükkanda 100 satıyorsa, iyi bir satış ekibi ile, dışarıda reklamları ile yarattığı 'ürün imajını' içeride de müşterisine yaşatmaya devam ederse, teklifini daha da sağlamlaştırırsa, X adet satacağına eminim. X'i bilemem, hesap yapmak gerekir, elimde yeterli veri yok. Tek bildiğim X>100 olacağı.
Marka bir bütündür... Markanızı sadece ürününüz yansıtmaz. Müşterinizin, size temas ettiği her yerde ona sahip çıkmanız, her temas anında müşterinize teklifinizi aynı tonda, aynı netlikte ve aynı bütünlükte sunmanız gerekir. Zeki Triko gibi başarılı markaların, cüzi miktarlara çalışan 3-5 kişinin 'markanın yaratıcılarından milyonlarca ışık yılı ötedeki basit vizyonları' sebebi ile müşteri gözünde zarar görmesine, bu kişiler yüzünden milyonlarca dolarlık marka yatırımının toplamda 11 dk süren bu müşteri temasında bir anda uçup gitmesine, böyle basit bir konunun, benim gibi bir adama malzeme olarak markayı eleştirtmesine çok kızıyorum!!! Umarım, Zeki Triko, gerekli eğitimler ve düzenlemelerle, satış elemanlarına gerekli çekin düzeni verir. Türkiye'nin çok fazla, Zeki Triko'su malesef yok.
Kızan Adam'ın sorusu: Acaba, satış elemanlarının çok da alımlı olmamaları, bir satış taktiği midir, yani bir müşteri bir ürün aldığında satıcıdan daha alımlı gözükürse, o ürünü isteği pozitif yönde tetiklenir mi? (Bu soruyu yukarıdaki Zeki Triko durumunda bağımsız soruyorum, zira oradaki çalışanlar kendilerini bir parça bulutların üzerinde görüyorlardı. Sanırım hakikaten alımlı olduklarını düşünüyorlardı.) Bunun cevabını bilen ve paylaşmak isteyen olursa çok sevinirim.
Peki şimdi neredesiniz?
'Baykan, Kuralkan, Kemal Kükrer' kelimelerinden hangilerini duydunuz ya da size ne ifade ediyor? Hatırlamadınız mı? Bir kaç ay geriye dönün... Televizyon reklamlarını vs. düşünün bir de??
Bu yazıyı bir kaç ay önce bu isimleri ilk görüdüğümde yazacaktım ama beklemeyi tercih ettim. Konunun bu hale geleceğini görüp bana daha da kızacak malzeme çıkacağı için.
Bu kelimeler, birer marka.
Baykan kombi üreticisi,
Kuralkan Kanuni marka motoru üreten firma,
Kemal Kükrer limon sosu, üzüm sirkesi vb. üreticisi. Bundan bir kaç ay önce onlarca bin doları harcayıp televizyona, ulusal kanallara, prime time'a reklam veren ülkemin güzide üreticileri! Her biri dalında uzman, önemli iş hacimlerindeki firmalar. Aralarından, markalaştırdığı ve 'ucuz segmentte çok iyi konumladığı Kanuni motorları' ile Kuralkan'ı daha başarılı buluyorum. Diğerleri Kanuni kadar ürünlerini markalaştırabilmiş değiller. Ama hepsinin iletişiminde aynı sorun vardı reklamları televizyonda döndüğü dönemlerde:
Önde bir ürün, doğru yada yanlış, ucuz yada pahalı, başarılı ama başarısız... Burası tamam... Ama, 30 sn yada 1 dakikalık reklamın son sahnesinde, son karenin sağdan soldan kalkması yada bir alt yazı girmesi ile beliren üretici firma logosu!! (Hani kabaca söylersek,
Koç'tan arak animasyon)
Hepsinden önce, tanımadığım bir ürün karşımda... Bir yere kadar giden bir ürün reklamı, ve sonunda kafamda yaratılan 2. soru, bilmece: Kuralkan kim yahu??!!! Hani
Turkcell'in harika bir radyo reklamı vardı ''
De La Guarda'yı Türkiye'ye getirdiklerinde. (Bence bugüne kadar ki en başarılı
GNCTRKCLL radyo reklamlarından biriydi!)
Kız: Aman tanrım Berkay!!! De La Guarda geliyomuuşş!!
Erkek: De La Guarda ne yaaaaaaa??????
Okan Bayülgen: N'aaptın Berkay, gitti karizma!... vs. vs.
Biz de ki de o hesap! Kim ola ki bu marka...? Bak adamlar motor üretmiş, hmm limon sosları var.. Bak sen kombi üretmişler ne güzel... derken... Binlerce yeni soru.. Kim bu adamlar, nereliler, nereden gelirler, nereye giderler, arkalarında kim var, kimlerdenler, yelkenlerini kim üfler... vs. vs... bunlara cevap bulmak günümüzün Google'lı dünyasında, bir kaç dakikalık iş... de, 'bana ne yaaa!! Ne diye uğraşiim bunlara cevap vermek için!' diyecek o kadar adam var ki... Peki bunu diyen adamlar napıyor... Tam olarak hiç bir şey!! Ürünleri hatırlıyorlar evet... Yani Kanuni'yi... Ama Kuralkan'ı değil...
Peki bu sorun mu? Reklamlarınızdan ne beklediğinizle alakalı... Evet, ürününüzün bilinirliği artmış, müşteri ürünle ilgilenmiş, hatta belki satın alma talebi bile oluşmuş...olabilir! Ama arkadaki üretici isminin aldığı tek bir pozitif etki yok. Yani reklam ürün içinse, evet başarılı. Ama reklam firma içinse, gereksiz, boş ve hatta mevcut ürünü 'yaratacağı güvensizlik etkisi ile zedeleyebilecek' bir durum dahi söz konusu! Kısaca... Başarısız...
Ne yapmalı derseniz, direk olarak firma ismine, markasına yönelik iletişim planınız olmadığına göre, firmanızın ürünlerini pompalamaya, firmanızın ürettiklerini insanların gözüne sokmaya ara ara devam edeceksiniz... Aksi taktirde ne bilinir, ne de hatırlatırsınız?
Koç, o animasyonu yapıyor ama televizyonda o kadar çok ürünü var ki?
Eti, her reklamın sonuna cıngılını basıyor ama, firma o kadar bilinir ki,
Intel her bilgisayar reklamında, görselini ve müziğini eklemeyi ihmal etmiyor ama 5 yaşındaki çocuk bile
Intel ile
AMD'yi ayırabiliyor. Siz se zaten bilinmezle başlayıp, bilinmezle devam ediyorsunuz. Müşterinin algısını şekillendirecek hiç bir mesaj tekrarı olmadan! Hani 'Nasıl yıl geçti habersiz...'şarkısı misali bomboş geçti bir kaç ay işte... Bu isimlerin üzerine hiç bir ekleme yapılmadan... Direk firma iletişimi de yok, yeni üründe... Sonuç, markaları hatırlayan da yok!
Duyar gibiyim... Firmanın sahibi, biriyle tanışıyor..
-Merhaba ben XXX YYY... Kuralkan CEO'suyum.
-Kim dediniz efenim?
-Kuralkan...
-Kur.. (Bu da kim ya, Yalova Kaymakamı mı?)
-Kanuni Motor'u yapan şirketiz biz...
-HAAAA.....
Bence bu diyalog yaşanmadan önce, bu CEO, kendisine o reklamları çektiren, bu iletişimi planlayan pazarlama yöneticilerini ve ekibini bir güzel sorguya çeksin, firmasının isim bilinirliği konusunda! (Ürün değil, firma bilinirliği). Eee... Ondan sonra, harcadığı o paraların hesabını sormaya da sıra gelecektir sanırım!
Peki ara ara ürünleri arka arkaya vermek yeter mi? Yetmez... Bakınız Dizayn Grup'a... Halaaa
takipdeyiz!!!... Ya da değil miyiz?
55555'e mesaj at, ömür boyu paranı alalım!
Son günlerde mobil içerik servislerinde bir şeyler değişiyor farkında mısınız? Hani şu herkesin genelde 'logo-melodi yükleme' olarak bildiği servisler. Biraz eskiye dönelim. Çok değil... bir kaç sene önce sadece Turkcell web sitesinden yeşil Nokia ekranlarını şenlendirmek için bir şeyler indirmeyle başlamıştı herşey. Kolayca bir kaç sms bedel ödeyerek sahip oluyorduk. En eski tarifelerde bu iş 2 sms bedelli idi. Daha sonra pazara operatörlerin dışında yepyeni oyuncular girdi: İçerik sağlayıcılar. Sağolsunlar bizde 'premium' içerikle tanıştık ve 16, 30, 50 sms bedel ödeyerek şarkı, türkü indirmenin keyfini yaşadık. Aslında bir çoğumuz sadece logo-melodi de desek bu servislere, bu işin bilgilendirme servisleri var, mesajlaşma servisleri var, popstara mesaj atması, Akmerkez'den Hülya, Etiler'den Şeyda'yı bulması var, televizyon programında ankete katılması, iddia oynaması, oyun indirmesi, kısacası bir dolu şekli var!
Buraya kadar hersey tamam! Gelin görün ki topu topu 3 senelik bir pazarı, kendi ellerimizle doğurduğumuz gibi, yine kendi ellerimizle gömmek için çalışmaya başlanmışız! Eskiden sistem basitti: Gönder mesajla isteğini, sana istediğin içeriği yollayalım, bedelini de kontör olarak alalım yada faturana yansıtalım! Sonra birer ikişer, abonelik servisi görmeye başladık. Başlarda o da çok güzeldi... NTV'den haber her gün haber olduğu anda geliyor, ayda 3-5 lira bir bedel veriliyordu. Yada maç sonuçları, hava durumu, günlük burçlar, günün aktivitesi, vs. vs. Kısaca, hergün yenilenen ve kullanıcının hergün yeniden doğan ihtiyacına cevap olan içerik, aylık bir bedel ile, parekende kullanımının çok daha altında bir bedele toptan veriliyordu. Hani dergi aboneliği, yada Digiturk aboneliği gibi! Bundan bir süre önce, abonelik sistemi telefona indirdiğimiz 'eğlencelikler' içinde piyasada görülmeye başlandı. Aylık cüzzi bir abonelik bedeli ile, size bir kac adet bedava indirme hakkı veriliyor, yeni içerikten haberdar ediliyor ve hatta indirim de sağlanıyordu. Alan memnun satan memnun...du! Ama işin suyunun çıkmasını görmek için çok da beklememize gerek kalmadı.
Geçen gün televiyon izlerken bir kaç servis reklamı ile karşılaştım. Bir tanesi Vibra Mobil, bir diğeri de S'nek'te reklam veren bir fal servisi (sevgilinizle adınızı yazıyorsunuz, size ilişkinizin durumunu söyleyen bir 'eglencelik'-markayı hatırlamıyorum.)! Vibra Mobil, koca koca reklam veriyor televizyonda: Ali Veli yaz, #####'a gönder, Ali Veli'nin resmi cebine gelsin!..de küçük yazıları okuyun bakalım ne diyor: Siz bunu yazıp gönderdiğinizde servise abone oluyorsunuz, servis size 1 video 3 resim gönderiyor ve yaklaşık 50 sms'i abonelik bedeli oalrak tekrarlı bir şekilde almaya başlıyor. Bir benzeri de fal servisinde idi. Sürekli olarak aboneliğiniz alınıyor ve bu falları düzenli olarak alıyorsunuz....!!! Böyle bir kaç örnek daha var. Bir iki servisten içerik alıyorsunuz ve sisi bir anda abone yapıyorlar. Bir de size mesaj yolluyorlar ay sonunda 'abonelikten çıkmak için bu mesaja hayır yazın' diye. Ben ne zaman abone olduğumu bile bilmiyorum ki. Kaldı ki, yazmadım, unuttum atladım. Sizce aboneliğimi kendi isteğimle mi devam ettirmiş oldum? Hele ki abonelik sözleşmelerine ve notlara dikkat. 50 sms bedel ödüyosunuz abonelik bedeli diye ama zannetmeyin bu her zaman 1 ay için demek. Artık bir çok serviste bu bedel sizden haftalık alınıyor!!!
E oldu mu ama...? Bu müşterimizi kazıklamak değildir de nedir? 10 abone mesaj atsa, 3'ü itiraz etse, 7'si 3 ay süresince ne olduğunu anlamasa, gelen gelire bakar mısınız? Peki ama, bu 7 abone de anladıktan sonra, siz bir daha para kazanabilir misiniz? Bu işi adam gibi yapmaya çalışan diğer firmalar, bir daha o adamlara herhangi bir servis satabilir mi?
İşin bir başka yönü de operatörler. Operatörlerin mobil servisler konusundaki kurallar konusunda çok sıkı olduklarını biliyorum. En azından eskiden öyle idiler... Tek tek her kurgu incelenirdi. Aboneyi incitmeyen kurgulara, içeriklere, servisler izin verilirdi. Şimdi bakıyorum, kolay para kuralları biraz esnetmeye yardım etmiş görünüyor. Benim anlamadığımsa şu... Mobil servisler her zaman operatörler için 'aksesuar' oldu. Sağd, solda,
Mobilasyon'da data geliri şu kadar artıyor, bu kadar büyüyor, çok paralar geliyor diye. Ama şu kural halen değişmiyor. İnsanların öncelikli derdi karşılıklı iletişim. Belki kullanılan yollar değişiyor ama ihtiyaç değişmiyor. Bu sebeple, ana gelir halen konuşmak, mesajlaşmak. Bu durumda cevaplanması gereken soru şu: Değerli operatörlerimiz, 3-5 şirketin cebini doldurmak için yarattığı 'dahice' kurguları hayata geçirmesine ve biricik abonelerinin 'aptal yerine konduklarını farkettiklerinde' churn-i diyar etmelerine göz yummaya devam edecek mi, yoksa onlara iletişimden çok daha yüklü bir gelir sağlayan değerli müşterileri daha buradaki yanlışı anlamadan, onlar için yararlı olanı yapıp bu tür servisleri kaldıracak mı?
Bir zamanlar spam sms'ler dünyasında idik. Artık spam abonelikler bunların yerini alıyor gibi gözüküyor. Soruyorum.... Suç kimde? Ürünün fiyat politikasını kim belirler? İletişim stratejisini? Abonelik ve kampanya kurgularını? Müşteri ihtiyaçlarına göre servis ihtiyaçlarını, müşteri beklentilerini? Kızıyorum... Çünkü bu işin mesuliyeti yine pazarlamacılarda patladığı için!
Kızan Adamın Tavsiyesi: Bakın ne güzel Türk markaları ucuz ucuz DVD kaydediciler çıkartıyorlar piyasaya (Beko, Vestel, vs.) Alın bi tane. Reklamları kaydedin. Daha sonra her reklamda aşağıdan bir çırpıda geçen küçük yazıları yaavaaaaaaaaaaaaşşşşşşş yaavaaaaaaaaaaaaşşşşşşş okuyun. Uyanık olun, kazık yemeyin! Cin olmadan adam carpma sevdalılara izin vermeyin!
Hangi birine kızayım? Ekşi Sözlük, Özgürlük ve Cezalar Üzerine...
Bir kaç gündür eğer
Ekşi Sözlük adresine giderseniz, siteye Türkiye'den erişimin
mahkeme kararı ile durdurulduğunu göreceksiniz. Burada Ekşi Sözlük'ün ne olduğu, nasıl olduğuna detaylı olarak girmeyeceğim. Internet'te bu konuda bir çok bilgi bulabilirsiniz. Aslına bakarsanız, bu siteyi sıklıkla da ziyaret eden birisi değilim. Arada bir hiç hakkında bir şey bulamadığım kavramları/kişileri buradan bulmuşluğum vardır. Ancak, kendi kendine bir marka olmuş, Internet kullanıcılarının bir çoğunun referans siteler listesine girebilmiş, yapısı ve içeriği ile bir açığı kapatmış, bununla birlikte 'first mover advantage'dan yararlanmasını bilmiş, ağızdan ağıza hızla yayılmış (belki
Alper sözlüğü bu yönden de yazar) ve bu yaygınlığı ve yarattığı kullanıcı kitlesini sitesindeki reklam yada sponsorluk çalışmaları ile nakte çevirmiş bu sitenin Türkiye'nin öncülerinden olduğunu yadsıyamam.
Bir kaç gündür çeşitli kişisel blog sayfalarında yada ciddi internet sitelerinde bu siteye erişimin durdurulması konusu hararetli biçimde tatışılıyor. Durdurma sebebi, uyuşturucunun kullanımın özendirilmesi. Bu tartışmalara kısaca göz gezdirdiğinizde tartışmaların bir kaç eksende aynı anda, iç içe devam ettiğini görebilirsiniz. Bunlar;
- Her hangi bir Internet
sitesine sansür/kapatma uygulanabilir/uygulanamaz, erişim engellenebilir/engellenemez
- Cümle aleme Internet'e sansür koyarak rezil olduk/olmadık
- Bu zihniyet Google'ı da kapatır/kapatamaz
- Bu durdurma yasal olarak doğrudur/yanlıştır
- Siteye, şöyle şöyle yaparak erişebilirsiniz, bu kararı verenler zaten Internet'ten anlamazlar/anlarlar
- Bu durdurmanın arkasında 'derin güçler' vardır
- Bu durdurma çarpık yönetimin ürünüdür/değildir
- Ekşi Sözlük'e yapılan bir kampanya ile desteklenmelidir/desteklenmemelidir
Kısaca, hukuki bir konudan onlarca tatışma konusu yaratabilen başarılı bir toplumuz. Ama sapla samanı ayıramadığımız gibi, konuları birbiri içine o kadar çabuk harmanlayabiliyoruz ki nerede başlayıp, nereye vardık kaybediyoruz. Bu tartışmalar denizinde, irili ufaklı, az ya da çok kızdığım o kadar çok şey var ki.... Sırasıyla yazacağım:
- Birincisi ve en önemlisi, konu hukuki bir konu. Ne avukatlık mesleğini, ne de bu konuya sebep detay yasaları biliyorum. Ama sağda solda, konudan bir haber bir çok adam, benim gibi bilgisiz olmalarına rağmen, benim cesaret edemeyeceğim bir iş yapıyorlar. Bir yasaya göre, bir mahkeme tarafından verilmiş bir kararı, hadlerini bilmeden 'aptallıkla', 'gericilikle', 'çağı yakalayamamakla' suçluyor, eleştirmiyor, kendi yargılarına göre bu kararı reddediyorlar.
Milliyet'te yazan makaleye göre Internet suçları için düzenlemelerimiz var ama henüz yetersiz. Konuyu daha hukuki açıdan bakmama yardımcı olan yorum
Altı Üstü Tasarım sitesinde
Umut'tan gelmiş. Kendisini tanımıyorum, ama hukuki gözlükten bakarak, yasa açısından değerlendirmiş, tüm okuyabildiğim yorumlar arasında konuya en eli yüzü düzgün hukuki yaklaşım kendisininki (Buna kızmadım :) ). Çünkü, benim kızdığım eleştiri yapılması değil. Hukuk gibi bir teknik konuda, konuyu hukuk boyutunda ehliyetsiz kişilerin doğru/yanlış yorumlamaları/değerlendirmeleri, insanları 'doldurmaları'. Bkz. bir kaç ay önce bu ülkenin başbakanı, çok yanlış bir şekilde yargının verdiği kararları 'keyfince' halkın gözü önünde değerlendirdi, eleştirdi, kendi yargısı ile yanlış olduğunu ifade etti. Eminim, bugün Ekşi Sözlük hakkında yargı kararı konusunda yorum yapan bu kişilerin çoğu, o zaman başbakanı o kararları eleştirdiği için ayıpladı, yapılanı uygun bulmadı. İlk blog'um da yazmıştım
trafik konusunu. Bir benzeri durum var aslında: Başkası yapınca 'tuu kaka', ama konu biz olunca 'herşey mübah'!!
- İkinci konu ise daha derin: Internet ve özgürlük. Bir çok kişinin yorumların okudum. Ekşi Sözlük konusu, bir şekilde internet ve özgürlükler girdabına kapılmış sürükleniyor. Hatta
Siyah Kahve bu konuda bir protesto kampanyası dahi başlattı. Internet'in özgür bir platform olduğunu, herkesin herşeyi istediği gibiyazıp, söyleyebileceğini, dünyada bizdeki erişimi durdurma gibi bir bağnazlığın olmadığını söyleyenlerin sayısı oldukça fazla. En önemli dayanak noktalarında birisi de Google: Google'da istenilen her türlü zararlı bilgiye bir kaç tıklama ile ulaşabiliyor olmanız. Ancak malesef, elma ile armutu birbirine karıştırıyoruz. Google, internet'te oluşturulan sayfalara erişim sağlayan bir pencere. Google,
Terms Of Service bu konuyu detaylıca açıklıyor okumak isteyenler için. Yani, Google bu sayfaları üretmediği gibi, içeriğinin de muhatabı değil. Muhatab, siteyi yapan, yöneten, yürüten kişilerdir. Google'dan
Marissa Mayer'in bir röportajı var BBC'de çıkan. Google'ın konuya nasıl yaklaştığını açıkça ortaya koyan bir röportaj ve söylenen sözler çok önemli: "Internet is not a private place!" İlgili röportaj Google ve privacy ile ilgili ama, Mayer şöyle diyor: "Internet gerçek hayat gibidir, bazı şeyleri 'UNDO' yapamazsınız." Ben konuya buradan yaklaşarak şunu söylüyorum. Internet, özel bir yer değildir, Türkçe'si, babanızın platformu gibi istediğinizi yazıp çizemezsiniz. Bu ortamın da kendine özgü kuralları vardır, olmak zorundadır. Ben bu blog'da kalkıp sevmediğim adamın birine küfretsem, ya da daha kendisine sakladığı özel fotoğraflarını, sırlarını internetten dağıtsam (Gamze Özçelik davasını herkes hatırlar), yada buradan uyuşturucu satsam, silah yapımı anlatsam, bu platformun reel hayatta yarattığı etkilerden/tepkilerden dolayı sorumlu olmaz mıyım? Elbetteki olurum!!! Sakın yanlış anlaşılmasın dediklerim! Düşünce ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar destekçisiyim. Ancak bunun uluslarası belirlenmiş ya da belirlenecek; kişi hak ve özgürlüklerine saygı duyacak, toplumun iyiliği, mutluluğu ve refahına hizmet edecek kurallar çerçevesinde olmasını savunanlardanım. (Böyle bir kurallar bütünü yaratacak dünya toplumu bir hayal belki ama, umut fakirin ekmeği :) ) Kusura bakmayın ama, Internet'te yayınladığınız sayfalar milyonlarca kişi tarafından ziyaret ediliyor diye, topluma ve kişilere zarar verecek yazıları yayınlayamazsınız, bunun adı düpedüz sorumsuzluktur! Ekşi Sözlük'te bugüne kadar onlarca hakaret yazısı gördüm. Buraya bu yazıları yazanlar da, bu siteyi yönetenler de bu yaptıklarından sorumludur, bu sorumluluk üstlenilmelidir. Ekşi Sözlük'teki bir çok yararlı bilgiyi kesinlikle reddetmiyorum. Ancak, kurunun yanında yaşında yanması her zaman muhtemeldir, acı bir talihsizlik te olsa mümkündür. Bizler gibi, kampanya başlatan Siyah Kahve'dekiler gibi, onlarca Internet sitesi editörü ya da blog sahibi kişiler gibi düzgün insanlar, yanlış kullanımlara müsade etmediğimizde, telif hak ve mülkiyetlerine saygı duyarak hareket ettiğimizde, warez, çocuk pornosu gibi yasal olmadığı gibi sapkın içeriğe izin vermediğimizde, gençlerin beyinlerini boş, tehlikeli fikirlerle dolduran bilgilere dur dediğimizde; yasa koyucuların da seve seve düşünce ve ifade özgürlüğünü öldürmekten öte, destekleyecek yasaları birer birer, kendiliğinden devreye alcağına eminim. Ancak, bunun aksi durumunda ise, yasalar çerçevesinde, bu platformu kirletenlerin cezalandırılmasını canı gönülden isterim! Benimle benzer paralelikte
Yurtsan Atakan'da yazmış. (Hayret, hemen hemen ilk kez fikirlerimiz paralel). Avrupa Konseyi'nin cevap hakkı ile ilgili çalışmasından bahsediyor. Ayrıca Ekşi Sözlük ve benzerlerindeki denetim(sizlik)ten.
- Son olarak (bu yazıyı bu kadar uzun planlamıştım :) ), bu cezayı verenlere sesleniyorum: O kadar boş bir ceza ki şu verdiğiniz... Herkes, Internet'te iki tıklama ile ekşi sözlüğe nasıl arkadan dolaşarak girebileceğini bulabiliyor! N'oldu cezanız??? O kadar büyük yaygara kopuyor ki internet ortamında şu anda Ekşi Sözlük'le ilgili, insanlar, 'yahu ne yazmış bu adamlar' diye bakmak için özellikle giriyorlar siteye! Burada eleştirdiğim konu, yasanın kendisi değil, yanlış yapılan işin kendisi değil... Kızdığım konu, mahkeme kararı sonrası verilen, caydırıcılıktan uzak, sorunu çözmeye yönelik olmaktan uzak, işin kolayına kaçan, basit ve gereksiz ceza!!! Sitenin yazarlarına ceza verilebilir, yöneticilerine verilebilir, ilgili sayfalar kaldırılabilir, vs. vs. Bu konuda hayal gücümüz geliştirilebilir eminim!
Site kapatma eylemini, Ekşi Sözlük özelinde yanlışlığa yapılacak destek olarak görüyorum. Ama kanpanyayı başlatanların da aslında benim gibi düşündüklerini, özünde aynı ana fikirden yola çıkarak bu eylemi başlattıklarını tahmin ediyor, eylemleri için saygı duyuyorum. Umarım bir yararı olur. Keşke bu konu/kampanya, Ekşi Sözlük'ün (bence) yanlış yaptığı bir konu sebebi ile başlamış olmasaydı. Keşke, yasa koyucular ceza için daha akılcı bir yöntem seçmiş olsalardı.
Ama yine de... Bence de 'Internet musluk değildir kapatılamaz!'.....