Salı, Mayıs 30, 2006

Hangi birine kızayım? Ekşi Sözlük, Özgürlük ve Cezalar Üzerine...

Bir kaç gündür eğer Ekşi Sözlük adresine giderseniz, siteye Türkiye'den erişimin mahkeme kararı ile durdurulduğunu göreceksiniz. Burada Ekşi Sözlük'ün ne olduğu, nasıl olduğuna detaylı olarak girmeyeceğim. Internet'te bu konuda bir çok bilgi bulabilirsiniz. Aslına bakarsanız, bu siteyi sıklıkla da ziyaret eden birisi değilim. Arada bir hiç hakkında bir şey bulamadığım kavramları/kişileri buradan bulmuşluğum vardır. Ancak, kendi kendine bir marka olmuş, Internet kullanıcılarının bir çoğunun referans siteler listesine girebilmiş, yapısı ve içeriği ile bir açığı kapatmış, bununla birlikte 'first mover advantage'dan yararlanmasını bilmiş, ağızdan ağıza hızla yayılmış (belki Alper sözlüğü bu yönden de yazar) ve bu yaygınlığı ve yarattığı kullanıcı kitlesini sitesindeki reklam yada sponsorluk çalışmaları ile nakte çevirmiş bu sitenin Türkiye'nin öncülerinden olduğunu yadsıyamam.

Bir kaç gündür çeşitli kişisel blog sayfalarında yada ciddi internet sitelerinde bu siteye erişimin durdurulması konusu hararetli biçimde tatışılıyor. Durdurma sebebi, uyuşturucunun kullanımın özendirilmesi. Bu tartışmalara kısaca göz gezdirdiğinizde tartışmaların bir kaç eksende aynı anda, iç içe devam ettiğini görebilirsiniz. Bunlar;

- Her hangi bir Internet sitesine sansür/kapatma uygulanabilir/uygulanamaz, erişim engellenebilir/engellenemez
- Cümle aleme Internet'e sansür koyarak rezil olduk/olmadık
- Bu zihniyet Google'ı da kapatır/kapatamaz
- Bu durdurma yasal olarak doğrudur/yanlıştır
- Siteye, şöyle şöyle yaparak erişebilirsiniz, bu kararı verenler zaten Internet'ten anlamazlar/anlarlar
- Bu durdurmanın arkasında 'derin güçler' vardır
- Bu durdurma çarpık yönetimin ürünüdür/değildir
- Ekşi Sözlük'e yapılan bir kampanya ile desteklenmelidir/desteklenmemelidir

Kısaca, hukuki bir konudan onlarca tatışma konusu yaratabilen başarılı bir toplumuz. Ama sapla samanı ayıramadığımız gibi, konuları birbiri içine o kadar çabuk harmanlayabiliyoruz ki nerede başlayıp, nereye vardık kaybediyoruz. Bu tartışmalar denizinde, irili ufaklı, az ya da çok kızdığım o kadar çok şey var ki.... Sırasıyla yazacağım:

- Birincisi ve en önemlisi, konu hukuki bir konu. Ne avukatlık mesleğini, ne de bu konuya sebep detay yasaları biliyorum. Ama sağda solda, konudan bir haber bir çok adam, benim gibi bilgisiz olmalarına rağmen, benim cesaret edemeyeceğim bir iş yapıyorlar. Bir yasaya göre, bir mahkeme tarafından verilmiş bir kararı, hadlerini bilmeden 'aptallıkla', 'gericilikle', 'çağı yakalayamamakla' suçluyor, eleştirmiyor, kendi yargılarına göre bu kararı reddediyorlar. Milliyet'te yazan makaleye göre Internet suçları için düzenlemelerimiz var ama henüz yetersiz. Konuyu daha hukuki açıdan bakmama yardımcı olan yorum Altı Üstü Tasarım sitesinde Umut'tan gelmiş. Kendisini tanımıyorum, ama hukuki gözlükten bakarak, yasa açısından değerlendirmiş, tüm okuyabildiğim yorumlar arasında konuya en eli yüzü düzgün hukuki yaklaşım kendisininki (Buna kızmadım :) ). Çünkü, benim kızdığım eleştiri yapılması değil. Hukuk gibi bir teknik konuda, konuyu hukuk boyutunda ehliyetsiz kişilerin doğru/yanlış yorumlamaları/değerlendirmeleri, insanları 'doldurmaları'. Bkz. bir kaç ay önce bu ülkenin başbakanı, çok yanlış bir şekilde yargının verdiği kararları 'keyfince' halkın gözü önünde değerlendirdi, eleştirdi, kendi yargısı ile yanlış olduğunu ifade etti. Eminim, bugün Ekşi Sözlük hakkında yargı kararı konusunda yorum yapan bu kişilerin çoğu, o zaman başbakanı o kararları eleştirdiği için ayıpladı, yapılanı uygun bulmadı. İlk blog'um da yazmıştım trafik konusunu. Bir benzeri durum var aslında: Başkası yapınca 'tuu kaka', ama konu biz olunca 'herşey mübah'!!

- İkinci konu ise daha derin: Internet ve özgürlük. Bir çok kişinin yorumların okudum. Ekşi Sözlük konusu, bir şekilde internet ve özgürlükler girdabına kapılmış sürükleniyor. Hatta
Siyah Kahve bu konuda bir protesto kampanyası dahi başlattı. Internet'in özgür bir platform olduğunu, herkesin herşeyi istediği gibiyazıp, söyleyebileceğini, dünyada bizdeki erişimi durdurma gibi bir bağnazlığın olmadığını söyleyenlerin sayısı oldukça fazla. En önemli dayanak noktalarında birisi de Google: Google'da istenilen her türlü zararlı bilgiye bir kaç tıklama ile ulaşabiliyor olmanız. Ancak malesef, elma ile armutu birbirine karıştırıyoruz. Google, internet'te oluşturulan sayfalara erişim sağlayan bir pencere. Google, Terms Of Service bu konuyu detaylıca açıklıyor okumak isteyenler için. Yani, Google bu sayfaları üretmediği gibi, içeriğinin de muhatabı değil. Muhatab, siteyi yapan, yöneten, yürüten kişilerdir. Google'dan Marissa Mayer'in bir röportajı var BBC'de çıkan. Google'ın konuya nasıl yaklaştığını açıkça ortaya koyan bir röportaj ve söylenen sözler çok önemli: "Internet is not a private place!" İlgili röportaj Google ve privacy ile ilgili ama, Mayer şöyle diyor: "Internet gerçek hayat gibidir, bazı şeyleri 'UNDO' yapamazsınız." Ben konuya buradan yaklaşarak şunu söylüyorum. Internet, özel bir yer değildir, Türkçe'si, babanızın platformu gibi istediğinizi yazıp çizemezsiniz. Bu ortamın da kendine özgü kuralları vardır, olmak zorundadır. Ben bu blog'da kalkıp sevmediğim adamın birine küfretsem, ya da daha kendisine sakladığı özel fotoğraflarını, sırlarını internetten dağıtsam (Gamze Özçelik davasını herkes hatırlar), yada buradan uyuşturucu satsam, silah yapımı anlatsam, bu platformun reel hayatta yarattığı etkilerden/tepkilerden dolayı sorumlu olmaz mıyım? Elbetteki olurum!!! Sakın yanlış anlaşılmasın dediklerim! Düşünce ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar destekçisiyim. Ancak bunun uluslarası belirlenmiş ya da belirlenecek; kişi hak ve özgürlüklerine saygı duyacak, toplumun iyiliği, mutluluğu ve refahına hizmet edecek kurallar çerçevesinde olmasını savunanlardanım. (Böyle bir kurallar bütünü yaratacak dünya toplumu bir hayal belki ama, umut fakirin ekmeği :) ) Kusura bakmayın ama, Internet'te yayınladığınız sayfalar milyonlarca kişi tarafından ziyaret ediliyor diye, topluma ve kişilere zarar verecek yazıları yayınlayamazsınız, bunun adı düpedüz sorumsuzluktur! Ekşi Sözlük'te bugüne kadar onlarca hakaret yazısı gördüm. Buraya bu yazıları yazanlar da, bu siteyi yönetenler de bu yaptıklarından sorumludur, bu sorumluluk üstlenilmelidir. Ekşi Sözlük'teki bir çok yararlı bilgiyi kesinlikle reddetmiyorum. Ancak, kurunun yanında yaşında yanması her zaman muhtemeldir, acı bir talihsizlik te olsa mümkündür. Bizler gibi, kampanya başlatan Siyah Kahve'dekiler gibi, onlarca Internet sitesi editörü ya da blog sahibi kişiler gibi düzgün insanlar, yanlış kullanımlara müsade etmediğimizde, telif hak ve mülkiyetlerine saygı duyarak hareket ettiğimizde, warez, çocuk pornosu gibi yasal olmadığı gibi sapkın içeriğe izin vermediğimizde, gençlerin beyinlerini boş, tehlikeli fikirlerle dolduran bilgilere dur dediğimizde; yasa koyucuların da seve seve düşünce ve ifade özgürlüğünü öldürmekten öte, destekleyecek yasaları birer birer, kendiliğinden devreye alcağına eminim. Ancak, bunun aksi durumunda ise, yasalar çerçevesinde, bu platformu kirletenlerin cezalandırılmasını canı gönülden isterim! Benimle benzer paralelikte Yurtsan Atakan'da yazmış. (Hayret, hemen hemen ilk kez fikirlerimiz paralel). Avrupa Konseyi'nin cevap hakkı ile ilgili çalışmasından bahsediyor. Ayrıca Ekşi Sözlük ve benzerlerindeki denetim(sizlik)ten.

- Son olarak (bu yazıyı bu kadar uzun planlamıştım :) ), bu cezayı verenlere sesleniyorum: O kadar boş bir ceza ki şu verdiğiniz... Herkes, Internet'te iki tıklama ile ekşi sözlüğe nasıl arkadan dolaşarak girebileceğini bulabiliyor! N'oldu cezanız??? O kadar büyük yaygara kopuyor ki internet ortamında şu anda Ekşi Sözlük'le ilgili, insanlar, 'yahu ne yazmış bu adamlar' diye bakmak için özellikle giriyorlar siteye! Burada eleştirdiğim konu, yasanın kendisi değil, yanlış yapılan işin kendisi değil... Kızdığım konu, mahkeme kararı sonrası verilen, caydırıcılıktan uzak, sorunu çözmeye yönelik olmaktan uzak, işin kolayına kaçan, basit ve gereksiz ceza!!! Sitenin yazarlarına ceza verilebilir, yöneticilerine verilebilir, ilgili sayfalar kaldırılabilir, vs. vs. Bu konuda hayal gücümüz geliştirilebilir eminim!

Site kapatma eylemini, Ekşi Sözlük özelinde yanlışlığa yapılacak destek olarak görüyorum. Ama kanpanyayı başlatanların da aslında benim gibi düşündüklerini, özünde aynı ana fikirden yola çıkarak bu eylemi başlattıklarını tahmin ediyor, eylemleri için saygı duyuyorum. Umarım bir yararı olur. Keşke bu konu/kampanya, Ekşi Sözlük'ün (bence) yanlış yaptığı bir konu sebebi ile başlamış olmasaydı. Keşke, yasa koyucular ceza için daha akılcı bir yöntem seçmiş olsalardı.

Ama yine de... Bence de 'Internet musluk değildir kapatılamaz!'.....

Pazar, Mayıs 21, 2006

Futbol Holiganlığı Terör Suçu Olsun!

Bu konuyu geçen hafta yazmam gerekirdi ancak bir türlü fırsat bulamadım. Hürriyet Gazetesi'nin şampiyonluk kutlamaları ile ilgili 15.5.2006 tarihli yazısını lütfen açıp bir okur musunuz? Bu nasıl bir iştir anlamıyorum ki!!! Ne biçim bir toplum olduk biz??? Kazanan kutlamayı bilmiyor... Kaybeden üzülmeyi!!! Birbirini döven dövene, kesen kesen kesene, vuran vurana!!! Türk insanı olarak sanırım en hassas olduğumuz konular 'namus, aile, din, vatan'! Bu konularda hiç kimseye söz söyletmeyiz... Söyletemeyiz!! Futbol gibi, basit bir mantıkla, 22 kişinin 4 adamın idaresinde 1 meşin yuvarlağı 3 direk arasından geçirmeye çalışmasından ortaya çıkan sonucu bu değerlerimiz kadar nasıl olur da sahipleniriz anlamıyorum!

Bir Galatasaray'lıyım... Koyu da bır Galatasaray'lıyım. Futbol'u da çok severim... Hele iyi futbolu çok ama çok severim! Bir Barcelona'yı, bir Brezilya'yı seyretmeye doyamam! Ama canımı, canım kadar sevdiğim başka takımları tutan dostlarımı, arkadaşlarımı çok daha fazla severim! Bir maç için hiç ama hiç kavga etmedim. Evet, belki yüzlerce kez birbirimizi kızdırdık sonuçlardan sonra. Hani biraz da keyfi burada bu işin! Bazen güldük, bezen de dişimizi sıkıp sustuk! Ama hiç kırılmadık, hiç birbirimizin canını yakmadık!! Hep haddimizi bildik!

Şu manzaraya bakın yahu! Sanki ülkede harp çıkmış! Şampiyonluk kutlaması için gezmeye çıkmak istiyorum, en doğal hakkım, annem, babam izin vermiyorlar koca adam olmuşum nafile! Başıma bir iş gelir diye! Nedir bu?? Gülünecek, sevinilecek bir an ama, dökülen kandan ağlayanlar, üzülenler! Değer mi? Değdi mi?

Basit birer seyirci olarak kulüplere bilet geliri yada stad doluluk oranı istatistiği olan bizler nasıl oluyor da oluyor kendimizi bu takımlarla birebir özdeşleştirebiliyoruz, anlamıyorum!!! Bir futbol takımını alıpta ailemizin, namusumuzun yerine koyabiliyoruz akıl erdirilebilek bir iş değil! Bir takım şampiyon oluyor, onlarca milyon dolar kazanıyor, bize değen dokunan bir şey yok, dövüşen kapışan bizleriz!!! Elbetteki kazananın yanında olmak istiyoruz hepimiz. Takım daha çok kazansın, daha iyi oyuncular alsın, daha çok kazansın! Bizim tuttuğumuz takım hep kazansın! Kazansın da, bir kaybettiğinde dünyanın sonu mu ya da diğer takımlar 'hak çalmış şerefsizler' gibi dövülmeli, öldürülmeli mi?? Nedir bu tahammülsüzlük? Nedir bu kargaşa?? O kadar rezil durumdayız ki aslında... Kısır çekişmeler içinde bocalayan bir ligimiz, bir kaç takımın global dünyadaki lokal büyüklük kavgaları arasında oynanan maçlar, 1. ve 2. takım arasında sadece 2 puan fark ama 3. ile aralarındaki 30 puanlık fark, gençlerden yetiş(tiril)meyen futbolcular, bir kaç yıl önce bir parlayıp sonra sönmüş ve 2006 Dünya Kupasında olmayan bir milli takım, GS'lilere sorsanız tüm puanları onlar kazanmıştır ama son bir kaç senedir hiç bir şey yapmadığına ek olarak Trömsö gibi bir takımdan bile puan çıkaramamış ve Avrupa'da dibi görmüş Türk takımları! Gelecek sene GS, FB, TS, BJK'dan başka Avrupa temsilcisi ol(a)mayan bir Türkiye futbol ligi... Sanki adını Süper koyunca uçacak sanılan ama daha emeklemeyi beceremeyen Turkcell Süper Lig! İnsanlıktan yoksun, adam kesen öldüren taraftar grupları ve bunlardan beslenen basiretsiz yönetici düzenleri!!! Bu ortamda şampiyon olsan n'olur, olmasan n'olur!?!?

Şampiyonluğu kazandık diye sevinenler, kaybettik diye dünyanın en üzgünü olduğunu sanan 2.ciler, kupanın sahipleri, UEFA kupası yolcuları, son dakikada bu ligte kalanlar yada bu lige çoktan havlu atanlar yada son anda kahrolanlar... Bir düşünsenize, en yakınınızdakinin, kardeşinizin, eşinizin, annenizin, babanızın, dostunuzun pembe, mor, sarı, turkuaz, yeşil,vb. bir kaç renge olan sevda için yaralandığını, sakat kaldığını ya da öldürüldüğünü!!! Değer miydi bu acıya?

Hep duyduğum bir laf vardır: Futbol terörü diye. Türk Dil Kurumu'na göre terör, yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş demek. Hürriyet'te okuduğunuz şeyler bu tanıma birebir uyuyor. Madem bu iş futbol terörü, o zaman bu suçları işleyenler de adi suçlu yerine terör suçlusu olarak yargılansınlar! Bakın o zaman adam gibi sevinmeyi, üzülmeyi öğreniyor muyuz, öğrenmiyor muyuz!

Bu konuda daha ben çok yazar çok söylerim! Bu ülkede herkes bir önceki yazıda yazdığım gibi, pazarlamayı da futbolu da çok iyi bilir! Bol bol konuşur, peynir gemisini yürütmeye çalışırız! Yalancı Don Kişot'luk yapan bir çok 'taraftar gazetecimiz' de bu işten ekmek yediği ve benim ve benim gibi düşünenlerden çok daha 'etkin' iletişim kanallarına sahip olduğu için, bu devran böyle döner gider.

Bir zamanlar, beni ümitlendiren söylemleri olan bir adam vardı siyasette, sonra olmadı, olamadı, kayboldu gitti... Ama bir sözü hep hatırımda: 'Statikodan beslenenler, statikoyu değiştiremezler!'

Var mı bir kurtarıcı adayınız?: Yazarlar, yöneticiler, futbolcular, taraftarlar, federasyon...

Ya da siz?

Dizayn Grup: Takiptey(miş)iz...

Çok üzülüyorum! Hem üzülüyorum hem de kızıyorum!

Kendi kendimizi yiyoruz, bu ülkede teknoloji üretilmiyor diye. Bu konuda herkes dem vuruyor, patent alımında dünya fakiriyiz diye! Gelin görün ki, böyle bir ortamda Dizayn Grup diye bir firma çıkıyor "Akışkanların taşınmasında farklılık oluşturacak yeni teknolojiler üreterek bir dünya markası olmak" gibi bir vizyonla arka arkaya patentli ürün üretmeye başlıyor. Kısaca, bu adamlar teknoloji geliştiriyor, AR-GE'ye yatırım yapıyor! Yani vizyonlarının doğrultusunda doğru işler yapılıyor. Benim ilk hatırladığım şey yaptıkları kırılmayan boru idi, hani sanırım 2 yıl kadar önce idi, emin değilim. Şimdi de traşssız boru.

Ama vizyonlarının ikinci bölümünü gerçekleştirmede önemli hatalar olduğu açık. Dedim ya traşsız boru ile son dönemde göz önünde diye. Son bir aydır garip bir adamın, garip monologu arasına karışıp giden bir reklam ile. Önemli derece de uzun bir reklam. Kısacası yüzbinlerce dolarlık bir harcama! Sonucunu bilmiyorum... Ama bazı çıkarımlar yapabilirim: Bu reklam traşsız borularının satışına pozitif etki yapmış olabilir/olmayabilir ya da reklamda kullanılan 'takipteyiz' / 'traş yapma' sözleri insanların diline pelesenk olmuş olabilir/olmayabilir. Bunları ancak bu reklam sonrası pazar araştırmalarını yapmış, satış raporlarını incelemiş olan Dizayn Grup pazarlama bölümü çalışanları bilebilir. Ancak bildiğim bir tek şey var ki o da bu reklamın Dizayn Grubu bir dünya markası seviyesine taşımaktan çooooooook ama çok uzak olduğudur.

Dizayn Grup yöneticilerine kızamıyorum. Tam tersine şirketin yapısını ve yapılanları gördükçe heyecanlanıyorum. Yönetim Kurulu Başkanı, İbrahim Mirmahmutoğulları, 2002 Dünya Genç Girişimci İşadamı Büyük Ödülü sahibi. Firma, 2003 Unesco tarafından ödüllendirilimiş. Onlarca patentli ürünleri ve 2002'de başlattıkları 'Beyin Göçüne Karşı, Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz!' adlı bir kampanyaları var. Bu adamların işlerinde profesyonel olduğu aşikar. Yani kendi işlerini, üretimi, çok iyi biliyorlar. Ancak, pazarlama gibi bilmedikleri konularda aldıkları destek, çalıştırdıkları elemanlar, birlikte yürüdükleri ajanslar gibi iş ortakları, malesef bu ağırlığı taşıyacak düzeyde değil.

Pazarlama, önemli bir iş! İnsanların hobi olarak görebilecekleri yada bir reklam yaparız olur biterle götürebilecekleri bir macera hiç değil. Kızdığım da şu ki, bu gibi hakikaten iyi bir şeyler yapan ve bir potansiyel yaratan firmaların, potansiyel markaların, oldu bittici ya da 3 kuruşa iş yapalımcı ya da 'amaaan sen de'ci firmalar tarafından yönlendirilerek, yanlış hareketler yapmaları ve bu işlere bu firmaların yüzbinlerce doları harcayıp, bir kaç yıl sonunda 'yahu o kadar para harcadık, olamadık bir dünya markası. Bu pazarlamacılar reklamcılar vs. vs. ler yok mu, alayının köküne kibrit suyu' diyecek olmaları! (Haa... Pazarlama ekibi, reklam ajansı böyle arzulamamış ancak şirket yönetimi, tüm iletişime karışmış ve böyle arzulayarak yapmışlarsa o daha da vahim. Her zamanki sıkıntımızın hortladığının bir göstergesi: Pazarlama mı? Ne olacak canım... Bak ben reklamı bile düşündüm!!!!! Her zaman böyle değil mi, Türkiye'de herkes pazarlamacı değil mi? Sonuç ta ise, her ne kadar bu reklamları yönetim arzulasa da, kabak pazarlamacılara patlamayacak mı?)

Şirketi şahsen tanımadığım için hangi yol seçildi bilmiyorum! Her iki durumda da, suçlu nerede olursa olsun, sonuç tatmin edici olmayacak, üzücü olan da bu!

Sanmıyorum ki, bu son reklam Dizayn Grup'u bir dünya markası haline getirme programının bir halkası olsun. (Reklam sonundaki 'takipteyiz' sanki sonunda bir şey gelecek diyor ama, umarım yanılırım!) Anlaşılması gereken şey şu. Bir marka yaratmak, yönetmek, basitçe 2 reklam çekmek olmadığı gibi birbirine bağımlı olarak yürütülen/yaratılan parçaların/aksiyonların bir bütünü ve sonucudur! Ha bu arada, pazarlama, daha önce yazdığım gibi kapıdan kapıya ürün götürmek olmadığı gibi sadece reklam yapmak, televiyonda/gazetede yayınlamakta değildir! Pazarlama, ürünün tasarımından, fiyatlandırılmasına, duyurulmasına, satılmasına ve satış sonrası hizmetlere de hakim olan geniş bir yelpazedir. Bu hakimiyetin sahibi pazarlamacılar da ne kadar önemli bir iş yaptıklarını bilmek ve hakkını vermekle mükelleftir.

Sonuç olarak... Elinizdeki ürün iyi... Belli ki bütçeniz de var... Ey Dizayn Grup pazarlama ekibi... Peki neden helva yap(a)mıyorsunuz?

Kendime!!!

Yurt dışındayım uzun bir süredir, sağlıklı internet bağlantım yoktu. Arada bir sürü yapacak şey vardı, fırsat olmadı. Şu konuyu mu yazayım, bu konuyu mu karar veremedim, vs.vs. Kısaca, bahane bahane bahane!

Bu yüzden kızıyorum kendi kendime... Hepimiz için hep en kolayı olana kaçıp, kendi kendime bahaneler üretip buraya herhangi bir şey yazmadığım için!!!

Bahane yok, yazmaya devam!

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Pepsi... Pepsi... Yine Pepsi!

Bugünlerde Pepsi'ye çok kızıyorum. O yüzden bir kez daha Pepsi...

Siz hiç Coca-Cola Platinum gördünüz mü ya da pembe bir Coca-Cola içtiniz mi? Coca-Cola 'gerçek tat' diyerek uzun yıllardır bu işi götürüyor. Pazara ilk sunulan ürün olması, her zaman taklit edilen olması, Pepsi'nin gençliği yakalama stratejisine paralel olarak gençler arasında bir dönem pazar payını kaybetmiş olsa da, Türkiye gibi ülkelerde, Cola Turka gibi milliyetçi kolaların milliyetçi ve Amerikan karşıtı stratejileri ile milliyetçi kesimde bazen sıkıntı yaşamış olsa da, Coca-Cola'nın, 'gerçek tat' stratejisi üzerine kurulmuş 'gerçek global marka yönetimindeki' başarısı ile halen bayrağı hem global hem de lokal pazarlarda önde taşımasını sağlıyor. Pepsi ne mi yapıyor bu arada?

Basit bir soru ile cevap verelim: Aşağıdaki Pepsi'lerden hangilerini hatırlıyorsunuz, içiyorsunuz ya da markette bulabiliyorsunuz?
a) Pepsi Light b) Pepsi Max c) Pepsi Twist d) Pepsi Gold e) Hepsi f) Hiçbiri g) ...daha fazlası!

Pepsi ne satıyor? Ya da 'bir Pepsi alabilir miyim?' dediğinizde garson ne getirmeli yada bakkal ne vermeli sizce? Pepsi ürün çeşitlendirmesini her mevsim başında arttırıyor, farklı segmentleri yakalamak arzusu ile, pazardaki açık ihtiyaçları tamamlamak arzusu ile arka arkaya kolasını makyajlayıp pazara sunuyor... Bu karmaşa, Coca Cola'ya ve küçüklere (2.lik hedefindeki 3.lere, 4.lere) yarıyor. Son kullanıcı en çok kola içmek istiyor. Yaptığı en farklı istek çoğunlukla light/diet ürün tercihi oluyor. Pepsi ise bu ortamda, niche pazarlama için koskoca bir markayı yakmaktan ve pazarın dışına itilmekten çekinmiyor!

Ne diyeyim... Satan memnun, alan... Var mı?

Pepsi GOL GOL GOL!!!

Pepsi ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum... Önceleri yeni neslin seçimi idi! Şimdi futbolun eğlencesi... Futboldan nemalanmaya çalışmaya lafım yok. Herkesin ilgisinin son günlerde FB-GS muhabbeti ile daha da futbola döndüğü şu günlerde, dünya kupası ile bu ilginin tavan yapacağı aşikar. Herkes bir kaç gün sonra sadece futbol konuşacak (hele bir de Türkiye finallerde olsa idi neler olacağı, 4 yıl önceki tecrübe ile sabit.). Reklamlarda ünlü futbolcuları kullanmak ta tamam... (Reklamlarda yerli yersiz ünlü kullanımına ayrıca değineceğim) Ama allah aşkına Erman Hoca ile Şansal Büyüka da nereden çıktı??

Geçen gün Ali Atıf Bir yazısında, Toroğlu'nun, Schiffer ve Henry'e yama gibi kaldığını yazmıştı. Katılmıyorum. Ben o reklamdaki espriyi de, kurguyu da çok kötü bulmadım. Ama sadece o reklamda! Diğer reklamlarda tam bir felaketler... Bu ikili bir yana, bu reklamda ve Pepsi'nin son kampanyasında (bir çok Toroğlu'lu, Şansal'lı ve hatta Roberto Carlos'lu Beckham'lı, vs. vs.li reklamlı kampanya) bir çok yanlışlar olduğunu düşünüyorum! Amaç ne? Bu reklamlar ne için varlar? Dert Pepsi Gold lansmanı ise... Pepsi Gold nerede? Henry'li ve Schiffer'li reklamın dışında neden diğer reklamlarda herkes 'siyah' Pepsi içiyor? Gold arada kaybolup gidiyor...

Hele ki şu kapaklı reklamlar tam evlere şenlik!! Espriler espri değil, mesaj mesaj değil... Her iki ünlümüz de dünyanın en yapmacık reklamını çekmek için yarıştıkları için, anlatım anlatım değil... Kaldı ki Erman Hoca ilginç bir karakter... Her futbolsever tanır. Bir şekilde 'otorite' boşluğunda 'otorite' olmuştur! Ama ben Erman Hoca'yı seven bir BJK'li, FB'li yada GS'li duymadım! E bu 3 takımı tutanların dışındaki insanlara hitap ediyorsanız, o da sanırım Pepsi'nin ajansı (yanılmıyorsam) Alice BBDO,daki 15 kişilik creative gruptan ibarettir!

Sonuçta ne yapmaya çalışılmış bilmiyorum ama biraz yeni ürün lansmanı, biraz futbolu markalama üzeri kapaklı kampanya soslu ortaya karışık olmuş! Kısaca, olan harcanan o kadar paraya olmuş!

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

Yazık 'pazarlama'cılara!!!!

Taksideyim... Taksici ile 'motor üstü' muhabbeti yapıyoruz. Nereden geldi ise konu, dedim ki sizin meslekte bir yandan iyi bir yandan kötü. Hem bir çok insanla tanışıyorsunuz, halkın bir çok kesiminden insanla tanışıp, değişik fikirleri, bakış açılarını görüyorsunuz, kısaca halkın nabzını ilk ağızdan tutuyorsunuz, hem de kimin ne olacağı belli olmuyor, adam abuk sabuk bir adam çıkabiliyor, hayatınızı riske atıyorsunuz. Bir yandan da tüm gün direksiyon sallıyorsunuz bu çile trafikte... O da bana sordu ne iş yaparsın diye. Bir şirkette pazarlama müdürüyüm dedim... O da bana cevap verdi:
'Abi senin işin daha zor... Bu memlektette pazarlamıcılık zor zanaat. Siz de kapı kapı dolaşıp mal satıyosunuz!!! Biz hiç olmazsa arabadayız!'

Ne diyeyim, kime kızayım? Galiba en iyisi pazarlama kelimesini ilk olarak kullanan ve kapıdan kapıya pazarlama ile eşleştirenlerle, hala bu terimi insanların aklına yerleştiremeyen kendimize...

Kısaca, yazık bana... Ya da yazıklar olsun mu?

Salı, Mayıs 09, 2006

Bu ülkede yaya olmak ekstra dikkat gerektirir!

İlk ciddi postumun işimle ilgili olacağını tahmin ediyordum. Kısmet değilmiş!!! Bugün bir kaç kere ezilme tehlikesi atlatınca, bu konuyla başlamak istedim! Dikkat ediyorumda, toplum olarak bazı şeyleri o kadar kanıksamışız ki, ortada ne kadar büyük bir yanlış olduğunun farkında bile değiliz! Acaba bana söyler misiniz, dünyada kaç ülkenin vatandaşı yaya geçidinden geçerken, normalden en az 3 kat daha dikkat etmek, bir an önce koşarak karşıya geçmek, trafiğin akışına zarar verdiği için suçluluk hissetmek durumundadır?

Normal bir yaya geçidi düşünün... Trafik ışıklarının olmadığı. Bir yaya olarak bu geçidi kullanmak en doğal hakkınız olduğu kadar kural olarak ta doğru! Gelin görün ki, bu ülkenin şöförleri bu yaya geçitlerine yaklaştıklarında nedense hızlarını arttırırlar, hatta üşenmezler daha hızlı hareket etmeniz için DADİDİİ DADİDİİİ şeklinde kornalarına basar ve hatta gözlerinize de hitap etmek için 'selektör' yaparlar! Korkunuzdan zor atarsınız kendinizi karşıya.... Kazara kuralları bilen, kibar bir şöför size yol vermeye kalksa mazallah ya arkasından hızla gelen aracın fren cayırtılarına yada arkadaki aracın tutmayan frenleri sebebiyle kazaya sebep olur! Hiç biri olmasa, arkada biriken şöförler kornaları ile yeri göğü inletirler! Çünkü benim ülkemde herkes dünyanın en meşgul insanıdır ve bir an önce hareket etmelidir! Ve yine benim ülkemde herkes kendisine yapılan haksızlıktan bahseder, ama hiç çekinmeden kalkıp ta başkalarının "karşıdan karşıya güvenli geçme hakkını" gaspeder.

Bu arada, şöförlerimize sadece genel kültür olması için yazıyorum: Yaya geçitlerine yaklaşırken araçlar hız kesmek, dönüşlerde geçiş hakkını önce yayaya vermek zorundadırlar. (Hani belki Kim 500 Bin İster yarışmasında sorarlarsa, işinize yarasın diye! Yoksa herkes bilir ki geçiş hakkı her zaman arabası en büyük olanındır ve yaya geçidinde araba ile vurulacak her yaya hedefi en az 15 puandır-yaşa, cinsiyete göre puan skalası değişkendir!)

Pazar, Mayıs 07, 2006

Sonunda ben de...!

Etrafımda sevdiğim bir kaç arkadaşım yazıyor. Her yerde bir blog furyasıdır gidiyor. Gazetelerde köşe yazılarında artık daha da sık gözüme çarpıyor çeşitli blog sayfalarından alıntılar ya da "şu blog'a bir göz atın" yönlendirmeleri. Bloglar ciddi ciddi hayatlarımızda yer almaya başlıyor. Her gün takip ettiğimiz bloglarımız bile oluştu. Her gün gazete dahi okumadığımızı göz önüne alırsak bu daha da ilginç!

Neden böyle takip ediyoruz blogları, bilmiyorum... Ama bildiğim, bir şekilde farklı görüşlerin, farklı fikirlerin, farklı deneyimlerin ilgi alanıma giren konularda bana sağladığı sürekli bilgi akışını çok seviyorum! Yeni bir blog eklemişler mi diye her gün blog sahiplerinin sitelerine girip bakmak, yeni bir şey yazılmışsa bir çırpıda okumak ya da bazen eski bir yazıyı arayıp bulmak için karıştırmak, bazen yeni bir şey öğrenmek, bazen kendi kendini teyid etmek... Hele bir de blog'a bir okuyucu olarak fikrini iletebilmek... Kilit kelime sanırım etkileşim/interactivity... Böyle bir terim var mı bilmiyorum ama ben buna "Special Interest Interactivity" adını koydum...

Beni blog'la tanıştırdıkları ve sevdirdikleri için dostlarım Alper (marketingma.blogspot.com) ve Refik'e (www.mobilasyon.com) teşekkür etmeden geçemem...

Burada öncelikle kendi işimle ilgili konular olan pazarlama, mobil iletişim teknolojileri, katma değerli servisler başta olmak üzere günlük hayatta karşılaştığımız, bize yani üreticiye yada tüketiciye değen, bir şekilde canımızı sıkan hatta kızdıran şeyleri, kısaca, bence yapılan yanlışları yazacağım. Amacım sadece kendi bakış açımdan, kendi doğrularımı ortaya koymak. Belki benim doğrularım, başka birilerinin de doğruları olur ve kızdığım şeyler benim arzuladığım şekilde düzeltilirler...

Sevgilerimle,

Cryan